Türkiye Solunun Asli Görevleri – I: Bağımlı Solun Karşısında Bağımsız Sosyalizmin Safını Kurmak
Türkiye Solunun Asli Görevleri – I: Bağımlı Solun Karşısında Bağımsız Sosyalizmin Safını Kurmak
Yazan: Hüseyin Akif Halktan 05.11.2025
12 Eylül 1980 askerî darbesi, Türkiye’de sol düşüncenin belleğinde silinmesi güç bir kırılma yaratmıştır. O tarihten itibaren Türkiye Solu, yalnızca siyasal alanda değil, düşünsel ve kültürel düzlemde de ağır bir tahribata uğramış, neredeyse yarım yüzyıl boyunca zincire vurulmuş bir hâlde kalmıştır. Bu zincir, toplumsal korku, örgütsel çözülme ve ideolojik bulanıklığın iç içe geçtiği uzun bir sessizlik dönemini beraberinde getirmiştir.
Ne var ki 2020’li yılların ortalarına gelindiğinde, bu sessizlik giderek çatlamış; Türkiye Solu yeniden kendi öz kaynaklarına, yani halkına, toprağına ve tarihsel belleğine yönelerek silkelenmeye başlamıştır. Bu kıpırdanış, herhangi bir partinin yahut merkezî yapının öncülüğüyle değil, halkın içinden yükselen samimi bir uyanışın, içgüdüsel bir dirilişin ürünü olmuştur. Böylece Türkiye’de, dış telkinlerden uzak, yerli bir sosyalist bilincin yeniden filizlendiği bir dönem başlamıştır.
Ancak bu yeniden doğuşun eşiğinde, soldan görünen fakat özü itibariyle dışa bağımlı, taklitçi ve revizyonist bir baskı odağı belirginleşmiştir. TİP, EMEP, DİSK ve benzeri oluşumlar etrafında kümelenen bu akım, kendisini “evrensel sol” olarak tanıtırken, aslında Türkiye’nin kendi öz gücünü törpüleyen, halkçı damarını körelten Sol-Liberal bir siyasal çizgi izlemektedir. Bu çevre, köksüzlüğünü “Enternasyonelizm” adı altında meşrulaştırmakta; halkın bağrından yükselen bağımsız ve yurtsever sosyalizmi “dar milliyetçilik” olarak yaftalamaktadır.
Bu noktada ayrımı berrak biçimde koymak gerekir: Bir tarafta kökünü halkın direniş geleneğinden alan, Anadolu’nun emeğiyle yoğrulmuş, ulusal ve özgün bir sol anlayış vardır ki bu, “Türkiye Solu”dur. Diğer tarafta ise, Batı merkezlerinin politik rüzgârlarına göre yön değiştiren, icazetsiz adım atamayan “Bağımlı Sol” bulunmaktadır. Türkiye Solu kendi kaderini kendi halkıyla tayin ederken, Bağımlı Sol, başkalarının reçetelerini ülke gerçekliğine yamamaya çalışmaktadır.
Bugün asıl tehlike, sermaye baskısından çok, “sol” adına konuşup da emperyalizmin dilini bilinçaltında yeniden üreten bu Sol Liberal çevrelerdir. Çünkü onlar, kurtuluşu dış merkezlerde ararken, halkın kendi öz iradesini küçümsemekte; bağımsız sosyalizmin önünü tıkamaya çalışmaktadırlar.
Türkiye sosyalizmi, bu anlamda, kendi topraklarında yeşermiş narin bir fidandır. Ancak bu fidan, sol-liberal çevrelerin tek bir ideolojik rüzgârıyla boynu bükülmüş, gövdesi eğilmiştir. Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran gibi tarihsel şahsiyetlerin mirasını temsil ettiğini iddia eden bu çevre, aslında onların fikir mirasını bir tabelaya dönüştürmüş; “Türkiye İşçi Partisi” adını bir simge olarak kullanıp içini boşaltmıştır. Böylece “emek”, “adalet” ve “sosyalizm” kavramları, yalnızca süslü sloganlara indirgenmiştir.
Ayrıca bu akımlar, tarihsel Türkiye İşçi Partisi’nin olumlu mirasını sahiplenmek yerine, onun en büyük stratejik hatasını sürdürmüştür. Bu hata elbette öğrenciyi toplumsal dönüşümün asli bir sınıfsal öznesi olarak görmemektir. Oysa öğrenci, bu ülkenin geleceğini omuzlarında taşıyan, hem emeğin adaletine hem de bağımsızlık idealine en açık kitlelerden biridir. Onu dışlayan her yaklaşım, kendi kökünü budamakta; kendi devrimci potansiyelini inkâr etmektedir. Bu bağlamda öğrencilerin sınıfsal konumunu emekçi veya proleter bir özne olarak tanımlamaktan kaçınmak, sol-liberal çevrelerin ideolojik konfor alanını koruyan bir yaklaşım biçimi halini almıştır.
Türkiye Solu’nun görevi, işçiyi fabrikada, köylüyü tarlada örgütlemek kadar; öğrenciyi de düşünsel emeğin temsilcisi olarak tanımlayıp, onun yaratıcı enerjisini bağımsız sosyalizmin hizmetine sunmaktır. Çünkü öğrenci hareketi, yalnızca yan bir destek değil, toplumsal dönüşümün asli damarlarından biridir.
Elbette bu bağımlı çevrelerin arasında, samimi biçimde sosyalizm için çabalayan insanlar da vardır. Ancak bu kişilerin gerçek kurtuluşçu çizgiye, yani ulusal, bağımsız ve millî sosyalizme yönelmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir. Zira bağımsız sosyalizm yalnızca bir ekonomik sistem değil; aynı zamanda bir var oluş meselesidir: Emperyalizme karşı siyasal bağımsızlık, kültürel tahakküme karşı milli irade, sınıfsal sömürüye karşı toplumsal adaletin bileşimi demektir.
Bugün Türkiye Solu’nun önündeki en yakıcı görev, dış icazetlerden uzak, kendi dinamiklerine dayalı özgün bir örgütlenmeye gitmektir. Bu örgütlenme; Anadolu’nun topraklarında, işçinin alın terinde, köylünün sabanında, öğrencinin fikir üretiminde ve defterlerinde mayalanmalıdır.
Tarih göstermektedir ki, kendi halkına yabancılaşan, yani “menşevikleşen” sol akımlar her ülkede devrimci potansiyeli köreltmiş, kurtuluşun önünde birer engel hâline gelmiştir. Bu nedenle Türkiye Solu’nun önceliği, revizyonist–liberallerden arınarak, kendi bağımsız hattını berrak, tutarlı ve millî bir eksende tutmaktır.
Sonuç olarak, Türkiye Sosyalizmi, ancak kendi köklerinden, yani bu toprakların emeğinden, halkın vicdanından ve tarihsel direncinden beslendiği ölçüde kalıcı bir çınara dönüşebilir. Aksi takdirde, yabancı esintiler karşısında eğilen, kırılgan bir fidan olarak kalmaya mahkûm olacaktır. Bugünün görevi; bağımsızlık, adalet ve emek temelinde yeniden doğan bu yerli sosyalizmi büyütmek ve onun sesini Anadolu’nun her köşesine taşımak olmalıdır...
(Devam edecektir)