Devrimsel Yönelimler III: Milliyetçilik
Devrimsel Yönelimler III: Milliyetçilik
Yazan: Murat Öz 11.11.2025
Atatürk milliyetçiliğinin saptırılmadan anlaşılabilmesi için öncelikle “Türk ırkı” ile “Türk ulusu” arasındaki temel ayrımın kavranması gerekir. Irk, soya dayalı özelliklerin bir arada tutulduğu biyolojik bir etkendir. Ulus ise ortaklaşa yaşantı ile dertte ve tasada bütünlük etrafında şekillenen nispeten çok daha belirsiz bir kavramdır. Örneğin “İtalyan ulusu İtalyotlar, Romalılar, Germenler, Etrüskler, Yunanlılardan oluşmaktayken Fransız ulusu Franklar, Normanlar, Basklar, Brötonlar, Provensallerden oluşmaktadır.”
Anlaşılan odur ki bir ulusun oluşumunda asıl belirleyici rolü üstlenen o ulusun dili ve kültürüdür; ırkı değildir.
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk denir.” genel esasları çerçevesinde hudutları son derece geniş tutulan Türklük mefkuresi, özyönetim ve ana dilde eğitime ilişkin azınlık haklarını dillerinden eksik etmeyen çevrelerce bir politik koz vesilesi telakki edilmiştir. Türk ulusal kimliği her çeşit ırkî, dini ve etnik karakterden mücerret, ortak iradenin tabi bir mahsulüdür. Ancak gelin görün ki uluslararası mecrada “Kürt halkının müstakil bir federasyona kavuşmasını” BM vesikalarına dayandırmaya yönelik alışılması güç bir mesai sarf eden şer odakları, Kemalizm’i katı bir üniter anlayışa sahip olduğu için suçlayabilmiştir.
Türk-Kürt çatışmasının elle tutulur hiçbir makul nedene dayanmadığı Gülay Göktürk’ün şu sözleriyle anlaşılabilir:
“Türkiye’de Kürtler üzerindeki baskının en yoğun olduğu ağır darbe şartlarında, olağanüstü halin en olağanüstü evrelerinde bile, Kürtlerin sokakta kendi dillerini konuşmalarına kimse ses çıkarmadı. Kimse sokakta onları çevirip de, Kürtçe konuşma rahatsız oluyorum, demedi.”
Rahatsızlık hisseden tek bir Türk vatandaşı yoktu da ondan. Yüzyıllarca aynı toprakları yurt edinmişiz nede olsa. Kurtuluş Mücadelemizi beraber vermiş, omuz omuza Türkiye Cumhuriyeti’ni baştan yaratmışız. Kim neden rahatsız olsun?
Asıl rahatsız edici olan, bölücü terör örgütü PKK’nın Kürtler üzerinde yasal temsilci sıfatıyla hareket etmesi, onların haklarını ve özgürlüklerini savunduğunu öne sürmesidir. (Örgütün silahlı gücünü teşkil eden HRK, ARGK ve ERNK gerillalarının on binlerce masum insanın canını alması yok sayılıyor!)
Tesadüf müdür bilinmez, bu sahte milliyetçilik (!) akımlarının doğuşu her nasılsa emperyal devletlerin menfaat hesaplaşmalarına rast düşer. Lozan konferansındaki hararetli tartışmaların merkezinde düğümlenen Musul-Kerkük meselesinin çıkmaza girmesiyle İngiltere tarafından körüklenen şeyh Sait isyanı mı örnek gösterilmelidir yoksa Hatay’ın anavatana katılması için Fransızlara karşı mücadele verilen günlerde ayaklanan Tunceli (Dersim) çetecileri mi?
Yoksa ipin ucu ABD’nin meşhur BOP’una (Büyük Ortadoğu Projesi) değin uzatılabilecek İran-Irak savaşı tüm hızıyla sürerken, “nur” topu gibi bir örgütün Türkiye’nin kucağına bırakılmış olmasını mı örnek gösterilmelidir?
Orta Doğu coğrafyasının kurtlar sofrası olduğu unutulmamalıdır. Bu sofrada tesadüflere yer yoktur…
21.yy’ın ilk çeyreğini geride bıraktık.
İlerleyen zamanla birlikte eskinin çarpık düzeninin yerini adım adım çok daha kompakt ilişkiler almakta. Bu durum Sovyet Birliğinin parçalanışı ve komünist bloğun çöküşüyle etkisini arttıran liberallerin, ulusal bağımsızlık sancısı çeken tüm toplumları sorunsuz vaziyette bastırmasının önünü açmıştır. Bu durum, rakipsiz ve tek kutuplu bir dünya imparatorluğu hesapları yapan ABD’nin senelerce kurduğu hayallerin gerçek olması demekti. Bu ve bundan sonraki süreçte ise ABD hegemonyası etkisini arttırmakla kalmayacak, ufak devletlere yaşama şansı verilmeyecektir. Ulus kimliğine sırt çeviren devletler rekabet imkanını büsbütün kaybedecek ve böylece küresel tekelin kucağına düşecektir. Bereket, sınai veya zirai ürün ithal eder gibi kültür ithalatı yapan Türkiye, Sam amcasının kucağındaki yerini çoktan sağlamlaştırmıştır. (!)
Yoksa ahvalimiz nice olurdu!
Küresel elitin gücünü sermayesinden ve pazar potansiyelinden alması nedeniyle önemli bir tehdit oluşturduğu noktasında benzer düşüncelere sahip olunabilir. Ancak asıl tehdit entelijansiyanın değişen dünyanın şartlarına uyum sağlamakta zorluk çekmemesinde yatıyor. Nasıl mı?
Örtülü kontra faaliyetlerini yürütmek açısından epey elverişli bir yöntem olan etnik ve dini bölücülük çalışmaları, silahlı işgal mangalarına ihtiyaç duyulmadan işgalci devlete bir askeri harekattan elde ettiğinden daha yıkıcı, daha ucuz ve daha sessiz bir muhabere imkanı sunar. Hal böyle olunca “kağıt üstündeki ulusların” devlet kurma girişimleri de uluslararası işbirliği örgütlerinin ve entelijansiya elinden fonlanan çok uluslu NGO’ların bir numaralı gündem maddesi olup çıkmaktadır. Elbette dünya kamuoyunun tüm dikkatini ve ilgisini çeşitli algı operasyonlarıyla sahaya yönlendiren emperyalist medya tekelleri de cabası.
İster kabul edilsin ister edilmesin yeni dünyada silahlı terör etkisini yitirmiştir. Etkisini yitirmiş olması dikkatleri büsbütün kaydırmak anlamına gelmemelidir. Mühim olan “sivil tedhişçiliğe” yoğunlaşılmasıdır.
Bir askeri müdahaleye herkes karşı çıkar, doğrusu, en doğrusu, mükemmeli yoktur. Tek doğrusu yanlış olduğudur. Ama sivil eylemler öyle değildir.
Dernek ve vakıf adı altında kurulmuş şer yuvaları, ardında saklanan bölücüler, bin bir türlü psikolojik harp metodu, allanıp pullan bir demokrasi, yabancı istihbarat elemanlarıyla kol kola gerçekleştirilen eylemler ve bir köşede ellerini ovuşturan emperyalizm. İşte değişimin altında yatan gerçek tehlike!
İşte değişimi yönetenlerin değişen dünyası!
İşin kabul edilemez yanı bu kirli hesaplaşmaya bilip bilmeden ortak olan Cumhuriyetçilerdir. Bazı yerlere hoş görünme kaygısı güden bir Cumhuriyetçi olamaz olmamalı. Türkiye, “Atatürk milliyetçiliğine bağlı, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” nokta.
Bölünmez bütünlüğü ister demokrasi, isterse insan hakkı bağlamında tartışmaya açan kim olursa olsun tarih ve hukuk karşısında hesabını verecektir!
Son olarak;
Kurulan komploların ve tertiplenen tezgahların gayesi, tarihin her döneminde kendisini hissettiren “Türk (Irk olarak Türklük kastedilmemiştir) fobisini” sonlandırabilmektir. Bu planın büyük ölçüde hayata geçirildiğini zorlanmadan anlamak mümkündür. Hatta öyle ki şimdinin Türk demokratları, Avrupalılar için bırakın korkulmayı dalgası geçilecek bir vaziyet almıştır.
Ne de olsa her söylenene kafa sallayan ve bizzat söz söylemekten çekinen tek düze bir millet vücuda getirilmişti…