Cemal Abdünnasır: Pan-Arabizmin Karizmatik Sesi
Cemal Abdünnasır: Pan-Arabizmin Karizmatik Sesi
Yazan: Selçukhan İsmail Özer 12.11.2025
Hür Subaylar Hareketi, 1940'lı yılların sonlarında genç, milliyetçi ve batı emperyalizmine karşı olan subayların oluşturduğu bir hareketti. Bu hareket, II. Dünya Savaşı sonrasında İngilizler'in etkisindeki monarşik sisteme karşı gelişen ve motivasyonunu milliyetçi ve anti-emperyalist fikirlerden alan bir tepki hareketiydi. Mısır II. Dünya Savaşı sonrasında bağımsız görünse de bürokrasideki İngiliz etkisi, Londra merkezli dış siyaset ve Kanal çevresindeki İngiliz askeri varlığı bu bağımsızlığı kağıt üzerinde bırakıyordu. Kral Faruk’un idaresi yolsuzluk, lüks yaşam ve teslimiyetçi bir siyasi yapı ile özdeşleşmişti. Bu durum özellikle ordu içinde rahatsızlık yaratıyor, alt ve orta rütbeli subaylar, ulusal onurun yeniden tesis edilmesi gerektiğine inanıyordu. Örgüt başlangıçta politik değil ahlaki bir devrim taraftarıydı ve ordunun bağımsızlığını, devletin onurunu ve toplumsal adaleti yeniden tesis etmeyi amaçlıyordu.
Örgüt 1945 yılından itibaren teşkilatlanmaya başladı. Üyeleri çoğunlukla yoksul ailelerden gelen, eğitimini İngiliz sisteminde tamamlamış ama emperyalizme karşı güçlü bir öfke duyan subaylardı. Örgüt, başlangıçta politik değil, ahlâkî bir reform hareketi olarak ortaya çıktı; amacı ordunun bağımsızlığını, devletin onurunu ve toplumsal adaleti yeniden tesis etmekti. Ancak 1948 Arap-İsrail Savaşı’nda yaşanan yenilgi, bu kadroları radikalleştirdi. 23 Temmuz 1952’de General Muhammed Necib’in sembolik liderliğinde olmasına karşın fiilen Cemal Abdünnasır’ın liderliğinde kansız bir darbe gerçekleşti. Böylelikle üç bin yıldır devam eden Mısır monarşisi Kral Faruk’un tahttan indirilmesi ile sona erdi. Bu darbe Arap dünyasının modern tarihini değiştirecek yeni bir dönemin başlangıcı oldu.
Hür Subaylar Hareketinin Mısır'da iktidara gelmesi yalnızca Mısır siyasetini değil bütün Arap dünyasını etkilemiştir. Yaklaşık yüz yıllık sömürge idaresinden kurtulan Mısır kendi kaderini kendisi tayin etmek istiyordu. Darbenin en genç subaylarından olan Cemal Abdunnasır tesis edilecek olan bu yeni dönemin yüzüydü. Nasır yalnızca iyi bir asker ve darbenin popüler figürü olmasının yanı sıra ideolojik bir tavrın da temsilcisiydi. Nasır, Arap milliyetçiliğini soyut bir fikir olmaktan çıkartarak yeniden tesis edilen devletin temel ideolojisi ve felsefesi haline getirmiştir. Michel Aflaq’ın Birlik, Özgürlük ve Sosyalizm ilkeleri ile ortaya çıkan Baas fikri ilk defa Nasır döneminde uygulama alanı bulmuş ve iktidara gelmiştir.
Nasır, Baas Partisi’nin bir üyesi değildi; fakat Mısır’da tesis ettiği yeni sistem, Baas fikrinin pratikte uygulanmasıyla oluşmuştur. 1950’lerin başında Mısır toplumunun temel meseleleri, sömürge mirasıyla şekillenmiş ekonomik eşitsizlik, feodal toprak düzeni ve dışa bağımlı bir burjuvaziydi. Nasır, bu tabloyu değiştirmenin yolunu milli bir devrimde gördü. 1952 Devrimi’nden sonra toprak reformu ilan edildi, büyük mülk sahiplerinin arazileri kamulaştırıldı, özel sektör üzerindeki denetim arttı. Bu reformlar, Mısır’ın modernleşmesini sağlamakla kalmadı, aynı zamanda “Arap sosyalizmi” olarak adlandırılan yeni bir ideolojik çizginin temellerini attı. Aflaq’ın yazılarında yer alan “toplumsal adalet” vurgusu, Nasır’ın politikalarında ekonomik eşitlik olarak karşılığını buldu.
1958 yılında Suriye ve Mısır'ın kurduğu Birleşik Arap Cumhuriyeti, Arap birliği düşüncesinin en somut siyasal denemesiydi. Şam’daki Baas kadroları açısından bu birlik, ideolojik bir idealin fiiliyata dönüşmesiydi. Ancak kısa sürede Kahire’nin belirleyici konumu, Suriye’de derin rahatsızlıklara yol açtı. Mısır’ın güçlü bürokrasisi ve Nasır’ın merkeziyetçi yönetim anlayışı, Suriye elitleri arasında egemenlik kaybı endişesini doğurdu. 1961de birliğin dağılması, Pan-Arabizmin yapısal zaaflarını açığa çıkardı. Her iki ülkede de ortak bir kimlik bilinci mevcuttu, fakat bu kimliğin hangi devlet biçimiyle somutlaşacağı belirsizdi. Bu kırılma, Baas ideolojisinin ilerleyen yıllarda iki ayrı coğrafyada yani Suriye ve Irak’ta farklı yönelimlerle yorumlanmasının da başlangıcını oluşturdu.
Nasır’ın ideolojisi ve fikirleri, yalnızca Arap dünyasında değil, küreselde de etki yaratan siyasal bir faktöre dönüştü. 1950’lerin sonu ile 1960’ların başında Bandung Konferansı ve Bağlantısızlar Hareketi’nde Tito ve Nehru ile birlikte öne çıkan Nasır, “üçüncü bir yol” fikrinin sembol isimlerinden biri hâline geldi. Bu yönüyle Nasırizm, sade bir Arap milliyetçiliği değil, aynı zamanda sömürgecilik karşıtı ve bağımsızlık yanlısı uluslararası bir tavırdı. Soğuk Savaş’ın iki kutbu arasında izlenen denge siyaseti, Mısır’ın dış politikasını Batı ya da Sovyet eksenine tam anlamıyla bağımlı olmadan yürütmeyi amaçlıyordu. Bu bağlamda “bağımsız kalkınma” ilkesi Nasır döneminde Mısır dış politikasının temel eksenlerinden biri hâline geldi.
İç politikada ise Nasır, devrim sonrası Mısır halkını dönüştürme hedefiyle devletin kaynaklarını yoğun bir biçimde kullandı. Eğitim kurumları, medya organları ve sendikalar, yeni bir “devrimci yurttaş” kimliğini inşa etmenin araçlarına dönüştü. Nasır’ın karizmatik liderliği, siyasal katılımın yerini alan bir meşruiyet unsuru hüviyetindeydi. Buna karşın Aflaq’ın Baas fikrinde, ulusun bilinçlenmesiyle yükseleceği görüşü vardır. Nasır ise bu bilinci yukarıdan, devlet eliyle biçimlendirmeyi tercih etti. Dolayısıyla Arap milliyetçiliği, devlet idaresinde kolektif bir bilinç hareketi iken, pratikte liderin şahsında vücut bulan bir kült halini aldı.
1967’deki Altı Gün Savaşı yenilgisi, bu kültün çözülmeye başladığı dönüm noktasıydı. israil karşısında alınan ağır mağlubiyet, Nasır’ın karizmasını zedeledi ve Pan-Arabizmin birleştirici gücünü zayıflattı. Bununla birlikte tarihsel açıdan bu yenilgi, ideolojinin kendisinden ziyade uygulamanın yenilgisiydi. Nasır’ın kurduğu devlet yapısı, Baas’ın öngördüğü entelektüel temelden farklı bir yöne evrilmişti. Ancak her iki hareket de benzer bir sorunun etrafında dönüyordu, Bağımsızlık sonrası dönemde kimlik ve kalkınma nasıl bir arada var olabilir?
Cemal Abdünnasır, Arap dünyasında fikir ile iktidar arasındaki sınırı en fazla zorlayan lider olarak öne çıktı. Onun döneminde Arap birliği, ilk kez politik bir gerçekliğe yaklaşmış, ancak aynı hızla çözülmüştü. Nasır, Baas düşüncesini pratik düzleme taşıdı; fakat bu süreç, ideolojinin iç bütünlüğüne de zarar verdi. 1970’teki ölümü, bir dönemin kapanışı değil, yeni bir evrenin başlangıcıydı. Çünkü bu tarihten itibaren Baas, bir fikir hareketinden ziyade, iktidarın kurumsallaşmış bir biçimine dönüşecekti. Sonraki temsilciler, ideolojik idealden çok, iktidarın sürekliliğini koruma arayışını önceleyeceklerdi.