Olası "Açılım Affı" Tehlikesi
Olası "Açılım Affı" Tehlikesi
Yazan: Arda Gürbüz 21.11.2025
Toplumlardaki bölünmeler, emperyal müdahalelere açık kapılar bırakır. Osmanlı’nın
çöküş döneminde pek çok ulus, sözde bağımsızlıklarını elde edeceklerini zannedip birer
sömürge haline gelmişlerdi. Hatta günümüzde Filistin’de yaşanan işgal ve soykırım dahi, bu
dönemde bölgenin bazı Arap kabilelerinin yardımı ile Birleşik Krallık’a geçmesinin vahim
bir sonucudur. Emperyal/sömürgeci kuvvetlere sırtını yaslayan, üstelik sivilleri hedef alan
her yapılanma, günün sonunda bulunduğu coğrafyaya ve hitap ettiği halklara zarar vermiştir
ve bu, değişmeyecek bir kaidedir.
“Kürt Siyasi Hareketi” değil, halk düşmanı bir terör örgütü
PKK, 1984’te başladığı silahlı eylemlerinden itibaren yalnızca Türkiye’de yaklaşık 50.000
insanın ölümünden sorumludur. Katledilen sivillerden en az 400’ünün de 15 yaşını
göremeyen çocuklar, hatta bazılarının bebekler olduğunun altını özenle çizmek istiyorum.
PKK sadece öldürmüyor. Öldürmediği çocukları, gençleri ise yurdumuza soktuğu binlerce
ton uyuşturucu ile zehirleyerek, laboratuvarlardan farksız gecekonduları torbacıların hüküm
sürdüğü asalak fabrikalarına dönüştürüyor. İstanbul, İzmir, Ankara ve Adana başta olmak
üzere pek çok şehrimizin düşük gelir düzeyli mahalleleri, PKK iltisaklı torbacıların kurduğu
haraç ve uyuşturucu ağları altında inliyor. Cumhuriyetimizin, 100 yıl önce yok etmek için
varını yoğunu ortaya koyduğu feodal düzenin kalıntıları bugün büyükşehirlerimizin kent
merkezlerinde, tarihtekinden daha güçlü bir şekilde varlığını sürdürüyor. Mahalleler, ilçeler
parsel parsel bölünmüş; halkın yaşam alanları çatışma alanlarına dönüşmüş durumda. Bu
silahların, mermilerin ve ‘çete’ mensuplarının maliyetleri ise PKK’nın ülkemize soktuğu
uyuşturucuların satışından elde edilen finansmana bağlı. Hükümet destekçileri ise bu
duruma öyle alışmış ki sorundan saymıyor; askeri operasyonlarla doğudaki teröristlerin
temizlenmiş olması veya Suriye’nin kuzeyinde güvenli alanlar oluşturulmuş olması bir
başarı olarak sayılıyor. Halbuki Suriye’nin kuzeyinde oluşturdukları güvenli bölgeleri,
Çankaya’nın göbeğinde dahi oluşturabildiklerini söylemek güç.
DEM Parti’nin Şeyh Sait ve türevi feodal dönem artığı din tüccarı seri katilleri yad etmesine
şaşıran ve kınayan masum bir kitle de var ki, DEM taraftarlarının istediklerinin tam olarak
Şeyh Sait ve Seyit Rıza’nın mensubu olduğu feodal düzeni kentlerimizin merkezlerine
taşımak ve ülkemizde bu şekilde hüküm sürmek olduğunu kavrayamamış durumdalar.
“Ezilen milletlerin milliyetçilik hakkı” saydıkları eylemlerin günün sonunda şoven ve eli
kanlı bir Kürt ırkçılığına çıktığını ve coğrafyamızda ABD’nin polisliğini yapan, Ortadoğu
halklarına zarar veren bir terör örgütüne en büyük meşruiyeti yıllardır maalesef kendilerinin
sağladığını kavrayamadı Türkiye solu. Öte yandan, meydanlarda “kurtuluşa kadar savaş”
şeklinde sloganlar atan revizyonist, kimlikçi hippiler ise PKK’dan gelen işaret ile birlikte
“savaşma, seviş” pozisyonuna geçmiş durumdalar.
Af Tehlikesi
90’lı yıllarda PKK, sivilleri hedef aldığı eylemleri “stratejik gerekçelerle” arttırmıştı. Bu
dahiyane(!) strateji doğrultusunda, 25 Aralık 1991 tarihinde, özellikle yılbaşı arefesinde
tıklım tıklım olan Bakırköy Meydanı’nda kanlı bir eylem gerçekleştirildi. Yüzlerce PKK
üyesi “Yaşasın Önder Apo, Yaşasın Kürt milleti” sloganları atarak Çetinkaya AVM’ini molotof kokteylleri ile hedef aldı. 8’i kadın, 1’i çocuk 12 sivil yakılarak katledildi.
Çetinkaya Katliamı’nın faillerinden birisi olan katil Çetin Arkaş, AKP’nin ilk açılım süreci
kapsamında, 2013-2015 yılları arasında, İmralı’ya (özel isteği üzerine) Abdullah Öcalan’ın
yanına sevk edilmişti. Çetin Arkaş, bu dönemde Apo’nun yanına sevk edilen tek terörist
değil; onunla birlikte pek çok isim, özel sipariş üzerine Öcalan’a ‘dostluk etmek’ üzre
gönderildi. Gelelim ikinci açılım sürecine... Çetin Arkaş, müebbet hapis cezası olmasına ve
koşullu tahliye için gerekli görülen yıl sayısını doldurmamasına rağmen, infaz hakimliği
kararınca “iyi hal” kapsamında tahliye edildi. Çetinkaya Katliamı’nın sanığı, memleketinde
tıpkı bir kahraman gibi karşılandı. Çocuk katili Arkaş’ın tahliyesini, DEM Partili vekil
Tuncer Bakırhan “Çetin Arkaş, Kürt halkının özgürlük mücadelesinin simgelerindendir!”
şeklinde kutladı. DEM Parti vekili Bakırhan, Türk siviller yakılarak katledildikçe Kürt halkının özgürleşeceğini düşünecek kadar sapkın bir faşisttir. Bu kadar yozlaşmış, ırkçı, şoven ve bebek katili bir hareketi “Kürt Hareketi” olarak nitelendirmek, kuşkusuz ya ahmaklık ya da alçaklıktır. Öte yandan, 1 Ağustos 2025 tarihinde Madımak katili Adem Kozu ve PKK’lı Abdullah Şen, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi gereğince affedilerek tahliye edildiler.
Bu tahliyeler, yalnızca bir ay içerisinde gerçekleştirildi. İlerleyen aylarda bir “toplu af”, “topluma kazandırma kampanyası” başlatılması mutlaka DEM tarafından malum meclis komisyonunda masaya yatırılacaktır. Hatta çoktan kapalı kapılar ardında bu konu görüşülmüştür; bunu tahmin etmek için dahi olmaya gerek yok.
Yazımın ilk kısmında kısaca bahsettiğim, ancak maalesef özetlenemeyecek kadar komplike
olan PKK’nın şehir yapılanması, finans ve medya ağları, şüphesiz ki örgütün en vurucu
kuvvetini oluşturmakla birlikte, Türkiye özelinde dağdaki terörist sayısı yok denecek kadar
azdır. Yani PKK, günümüzde Türkiye içerisinde klasik silahlı mücadelesine zaten devam
etmemektedir. Terör örgütü üyelerinin toplu bir af kapsamında serbest bırakılacağı bir
denklem ancak uyuşturucu tacirlerinin ve haraç çetelerinin güç kazanacağı, daha da
kriminalize edilmiş bir Türkiye ile sonuçlanacaktır. Gelir makasının günden güne açıldığı,
sosyal devletin sistematik bir şekilde budanarak yok edildiği Türkiye’nin sokakları, hiç
şüphesiz favelalaşmaya oldukça müsait bir tabiata sahiptir. Daha önce sayısız katliamda
parmağı olan terör örgütü mensuplarının bu suç ağlarına entegre olacağı bir senaryo,
ülkemiz için belki de terör belası kadar büyük yeni bir facianın doğmasına yol açacaktır.
Geçtiğimiz çözüm sürecinde, topluma kazandırma yasası kapsamında tahliye edilen PKK
üyesi Fırat Sarı’nın kurduğu ve elebaşılığını yaptığı Yenidoğan Çetesi ile yeni doğan
bebekleri önce öldürüp ardından usulsüz faturalandırma yöntemi ile katlettiği bebekler
üzerinden para kazandığı ortaya çıkalı henüz bir sene oldu. Yani topluma kazandırma yasası
işe yaramamış ve Fırat Sarı, bebek katledip bunun üzerinden geçim sağlamak alışkanlığını
bırakamamıştı. Yarın yine “doktor” gibi sıfatlarla bu katillerin topyekûn aramıza karışması
ve topluma entegre edilmeye çalışılması, toplumumuz açısından yalnızca aşılması güç
travmatik etkiler doğurmakla kalmayacak, ayrıca sağlığımız ve can güvenliğimiz açısından
da büyük tehditler oluşturacaktır. Müsterihiz. Neyse ki gençlik, bu gidişata müsaade
etmeyecektir.