İmparatorluğun Arka Bahçesindeki Yangın: İrlanda Sorunu Nasıl Başladı?
İmparatorluğun Arka Bahçesindeki Yangın: İrlanda Sorunu Nasıl Başladı?
Yazan: Emir Yıldırım 12.12.2025
"Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk" unvanını kazanmış olan İngiliz İmparatorluğu'nun
sömürgeci faaliyetlerinin ilk adımının atıldığı bölge olarak karşımıza İrlanda adası çıkar.
Özellikle on yedinci yüzyılda İskoçya ve İngiltere’den gelen Protestan yerleşimciler İrlanda’ya
yerleştirilmiş ve yerli Katolik-İrlandalı nüfus üzerinde bir hâkimiyet kurmaları sağlanmıştır.
Bu yerleşimciler verimli toprakları ve önemli meslekleri ele geçirmiş, İrlandalı halkı ise büyük
ölçüde mülksüzleştirmişlerdir. Bu dönemde başlayan Protestan-Katolik karşılaşmaları çok
hızlı bir şekilde düşmanlığa dönüşmüş ve üzerine konuşacağımız dönemin temellerini atmıştır.
Yıllar 1912’yi gösterdiği sırada İrlanda adası adeta bir kazan gibi kaynamaktaydı. Mezhepler
ve milletler arası gerilim hiç olmadığı kadar tırmanmış ve bölgedeki karışıklığın sesleri
kilometrelerce öteden duyulur hale gelmişti. Bu esnada bölge içi karışıklığa bir çözüm bulmak
isteyen İngiliz Parlamentosu, İrlanda'ya kısmi özerklik verecek olan İç Yönetim Yasa
Tasarısı'nı (Third Home Rule Bill) üçüncü kez geçirmeye çalışmak için hazırlığa başlamıştı.
Bu gelişmeler ise Kuzey İrlanda’daki Unionist olarak adlandırılan, Birleşik Krallık ile birlik
içinde kalmaktan yana olan Birlikçilerin isyan etmesine yol açtı.
Onlar Ulster Gönüllü Gücü'nü (UVF) kurup silahlanırken, buna karşılık Katolik milliyetçiler
de kendi ordularını (İrlanda Gönüllüleri - Irish Volunteers) kurarak ülkeyi bir iç savaşın eşiğine
getirdi. Avam Kamarası'ndan geçen oylama, Birleşik Krallık’ın Lordlar Kamarası tarafından
veto edilmesine rağmen, iki yıllık bir sürecin ardından 1914 yılında veto etkisi ortadan kalktı.
Ancak Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması, yasanın yürürlüğe giriş süresinin ertelenmesine
neden oldu. Bu erteleme ise İrlanda içerisinde bulunan radikal cumhuriyetçi kimseleri, şiddet
yoluyla bağımsızlık düşüncesine itti.
Nisan 1916 yılında cumhuriyetçi bir grup İrlandalı, İngilizlere karşı Dublin’de bir ayaklanma
gerçekleştirdi ve İrlanda Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etti. Kısa bir sürede kanlı bir şekilde
bastırılan bu ayaklanma girişimi ve lider figürlerin toplu infaz edilmesi, kamuoyunda
bağımsızlık davasına büyük bir desteğin başlangıcına sebep oldu.
Bu isyancı grubun siyasi uzantısı olarak güçlenen "Sinn Féin" partisi, 1918 yılında genel
seçimlerde İrlanda’daki sandalyelerin büyük çoğunluğunu kazandı. Parti, İngiliz
Parlamentosuna katılmaktansa Dublin’de bir toplantı gerçekleştirerek İrlanda Parlamentosunu
kurdu ve bağımsızlık ilanını tekrarladı.
Kurulan parlamentonun silahlı kanadı olan Irish Republican Army yani İrlanda Cumhuriyet
Ordusu, İngiliz yönetimine karşı gerilla harbi başlattı. Bu çatışmalar önce 1921 yılında
ateşkese, ardından İngiliz-İrlanda Antlaşması ile adanın İrlanda Serbest Devleti ve Kuzey
İrlanda olarak ikiye bölünmesine neden oldu.
1921 yılında yaşanan bu bölünmede Kuzey İrlanda için en kritik gelişme, bölgeyi oluşturan tarihî Ulster iliyle ilgili oldu. Dokuz farklı parçadan oluşan bu bölge, İrlanda’nın bölünmesi ve Kuzey İrlanda’nın kuruluşu planlanırken daha da bölündü. Protestan çoğunluğun olduğu altı bölge Kuzey İrlanda’ya bağlanırken, diğer üç bölgenin yeni cumhuriyete (İrlanda Serbest Devleti’ne) bağlı bırakıldığını görüyoruz. Ada üzerindeki kontrolünü kaybeden Birleşik Krallık’ın buradaki temel hedefi, en azından yıllar içerisinde bölgeye yerleşen İngilizler aracılığıyla adanın bir kısmında çoğunluklarını koruyup bölgedeki hâkimiyetlerini sürdürmek olduğu anlaşılmaktadır.
Bu gelişmeler elbette herkes tarafından olumlu karşılanmadı. İngiliz-İrlanda Antlaşmasına karşı çıkan, adanın tamamen İngiliz emperyalizminden bağımsızlığını isteyen, kurulan İrlanda Devleti’ni reddeden, hatta ihanet olarak gören ve tam bağımsız, bölünmez bir İrlanda Cumhuriyeti hayalini kuran "Anti-Treaty IRA" adında bir yapılanma ortaya çıktı. İrlanda İç Savaşı’nın kaybeden tarafı olan bu yapı, toplam on beş bin kişilik bir kuvvete sahip olmasına rağmen, İngiliz hükûmetinden de destek alan yeni İrlanda Devleti’ne karşı uzun süreli bir mücadele gerçekleştiremedi. Ancak savaşta yenilmelerine rağmen yeraltına çekilmiş ve silahlı direnişi uzunca bir süre kesintisiz olarak sürdürmüşlerdir.
Kuzey İrlanda’nın ilk yılları, büyük ölçüde şiddetli mezhepsel ve etnik çatışmalarla geçtiği için
oldukça sıkıntılıydı. Katolik İrlandalılar tersanelerden kovuldu, pek çok ölümle sonuçlanan
olay yaşandı ve Katoliklere karşı ayrımcılık doruk noktasına ulaştı. Birlikçi lider James Craig,
Protestan kontrolünü kuvvetlendirmek amacıyla, ilerleyen yıllarda Ulster Özel Polis
Teşkilatına dönüşecek olan “B Specials” adında bir birim kurdu. Bu birim, “Special Powers
Act” (Özel Yetkiler Yasası) aracılığıyla yargısız gözaltı ve tutuklama yetkileri kazanmış olan
İçişleri Bakanlığının bir sopası olarak kullanıldı.
Bütün bu karmaşanın yanında ekonomik zorluklarla da boğuşan Kuzey İrlanda’da yaşanan ilk
pozitif gelişme, ironik bir şekilde İkinci Dünya Savaşı oldu. Savaş nedeniyle her insana
duyulan ihtiyaç işsizliğin düşmesine sebep olmuş, halkın ortak düşman karşısında birleşmek
zorunda kalması ise mezhepsel gerilimi geçici olarak azaltmıştı. İngiltere ile daha pozitif bir
döneme girmiş olan bölgede Birlikçiler oldukça mutlu, İrlandalılar ise eskiden bulundukları
durumdan daha iyi bir hale gelmeleri sebebiyle geleceğe daha olumlu bakıyorlardı. Savaş
sonrası İngiltere’de kurulan sosyal refah devleti uygulamaları Kuzey İrlanda’da aynen
uygulanmaya başlandı. 1947’de yürürlüğe konan Eğitim Yasası ise Katolik nüfusun eğitim
seviyesini önemli ölçüde yükseltmiş ve artık daha bilinçli olan, haklarını talep eden bir Katolik
orta-alt sınıfı meydana getirmişti.
1963 yılında Başbakan olan Terence O’Neill, ekonomiyi modernize etmeyi ve bir takım
reformlar aracılığıyla mezhepsel gerilimi azaltmayı, hatta bitirmeyi istiyordu. Güney İrlanda
Başbakanı Seán Lemass ile tarihi kabul eden görüşmeler yaparak adada bir huzur ortamının
gerçekleşmesi hedeflenmişti. Ancak O’Neill, her ne kadar adanın içindeki Katolikleri sisteme
entegre etmeye çalışsa da, bu çabalar Birlikçi tabanda çok sert bir tepkiyle karşılaştı. Kendi
cephesinden büyük bir muhalefete ve iş bozuculuğa maruz kalması üzerine çabaları sonuç
vermedi. Aristokrat tavırlı İngiliz tarzı, Kuzey İrlanda’da hiçbir tarafta tam karşılık bulamadıve bu durum, O’Neill’ın kimi tarihçiler tarafından “doğru fikirlere sahip yanlış adam” olarak
nitelendirilmesine sebep oldu.
Bu gelişmeler süregelirken, O’Neill’ın önüne geçmek istediği durumlara da bir göz atmak
gerekiyor. Katolik nüfus, özellikle konut dağıtımı, kamu istihdamı ve yerel yönetimlerdeki
temsiliyet konularında sistematik bir ayrımcılığa maruz kalıyordu. "Gerrymandering" olarak
anılan yöntemle seçim bölgelerinin sınırları, kasıtlı bir şekilde Birlikçi politikacıları
destekleyecek şekilde yeniden düzenleniyordu. Örneğin, Derry şehrindeki Katolik çoğunluğa
rağmen bu yöntem sayesinde yerel yönetim Protestanların elinde kalmıştı.
Bu durumu büyük bir haksızlık olarak yorumlayan İrlandalılar, 1960’ların sonlarına doğru
NICRA’yı yani Sivil Haklar Hareketi’ni başlattı. Konut dağıtımında ayrımcılığa uğrayan
İrlandalılar, özellikle oy kullanma hakkının sadece mülk sahiplerinde olmasına çok tepkiliydi.
O dönemde bölgede her kişinin bir oy hakkı değil, her mülk sahibinin eşiyle birlikte bir oy
hakkı vardı. Devlet destekli Protestanlar rahatlıkla ev sahibi olabiliyor ve kendi temsiliyetlerini
sağlayabiliyorken, bazı İrlandalı aileler bir İngiliz’in sahip olduğu bir evin içerisinde, sadece
bir odada konaklıyordu. Bunun sonucu olarak Sivil Haklar Hareketi, “Bir kişi, bir oy” talebiyle
ayrımcılığı sonlandırmayı hedefleyen yürüyüşler düzenledi fakat karşısında devletin sert
tepkisini buldu.
Asıl kriz sürecinin başlangıcı da aslında budur. 5 Ekim 1968’de Derry’de gerçekleşen bir sivil
haklar yürüyüşü sırasında polisin sert müdahalesi krize uluslararası bir boyut kazandırdı.
O’Neill’ın reform girişimlerinin de büyük başarısızlığa uğramış olması, 1969 yılında istifasına
sebep oldu. Yerine geçen James Chichester-Clark döneminde ise şiddet tırmanmaya devam
etti. Ağustos 1969’da yine Derry bölgesinde yaşanan ve üç gün süren “Bogside Savaşı”
esnasında binlerce Katolik İrlandalı, Birlikçileri mahallelerinden atmak üzere organize olmuş
ve hem bölge polisine hem de Birlikçi paramiliter gruplara karşı bir mücadeleye girişmişti. Bu
olaylar yaşanırken aynı zamanda Belfast’ta Katoliklerin evlerinin yakılıyor olması, en ılımlı
kişiler için bile taraflar arası güveni tamamen bitirmişti.
Yerel polis güçlerinin kontrolü tamamen kaybetmiş olması, Kuzey İrlanda’da bulunan
Stormont hükûmetinin talebi sonucu bölgeye İngiliz Ordusu’nun sevk edilmesine neden oldu.
Katolik toplum tarafından kurtarıcı olarak karşılanan ve polislerden çok daha tarafsız olduğuna
inanılan askerler, bölgede bulundukları ilk günlerde bir sıkıntıyla karşılaşmadı. Katolik
İrlandalılar sokaklarını güvenli hale getirmiş olan İngiliz askerlerine yemek hazırlayıp
getiriyor, çocuklar askerlerle oyunlar oynuyor ve bölge içi istikrarın sağlanması adına pozitif
bir izlenim oluşuyordu. Fakat kısa süre içerisinde bu manzara tersine döndü. Barış gücü
olduğuna inanılan ordunun, polis kuvvetleriyle yoğun iş birliği içine girmiş olması Katolik
İrlandalıları tekrar hayal kırıklığına uğrattı. Bu gelişmeler ise sadece Kuzey İrlanda’nın radikal
cumhuriyetçilerine yarıyor, İrlanda İç Savaşı’ndan bu yana çoğu zaman başarısız olarak silahlı
mücadele vermiş olan IRA’ya gün doğmasına sebep oluyordu.
Ancak IRA içinde durum bu kadar olumlu değildi. 1969 olaylarında IRA’in Katolik
mahallelerini korumada yetersiz kalması, örgütün aşağılanmasına ve “IRA = I Ran Away” (BenKaçtım) tarzı esprilerin yapılmasına sebep oluyordu. Bu aşağılanmalara katlanamayan ve
örgütün gerçekten yetersiz kalmış olduğuna inanan IRA mensupları aksiyona geçme kararı
alarak eski örgütün devamcılığını üstlenen yeni oluşumlar kurmuştu. Radikal cumhuriyetçi,
sosyalist ve daha geleneksel olan kesim “Provisional IRA”nin (Provo IRA), Marksist-Leninist
ve Komünist olan kesim ise “Official IRA”nin kuruluşunda rol oynadı. Her ikisi de silahlı
mücadeleyi temel alan bu örgütler tarih sahnesine çıktı.
Sokağa çıkma yasaklarını takiben uygulamaya alınan Internment (Gözaltı/Tutuklama)
uygulaması, yargısız gözaltını hiç olmadığı kadar meşrulaştırmıştı. Yanlış istihbarata dayalı
olarak tutuklanıp toplama kamplarına alınan ve çoğu şiddetle ilgisi olmayan sivil kitleler, bu
uygulamayı İngilizler açısından bir felaket haline getirmişti. Gözaltına alınanlar ya da onları
izleyen İrlandalı komşuları, Provo IRA gibi milliyetçi ya da Official IRA gibi vatansever
örgütlerle iletişime geçiyor ve üyesi oluyordu.
“The Troubles” (Sorunlar) adıyla anılan ve 1998’de imzalanan “Good Friday Agreement”
(Hayırlı Cuma Antlaşması) ile sona eren terör döneminin en önemli olayı ise 30 Ocak 1972’de
Derry’de düzenlenen bir sivil hakları yürüyüşü esnasında yaşandı. Yürüyüşe müdahale
amacıyla gelen bir İngiliz paraşütçü birliğinin doğrudan sivillere doğru ateş açması ve bunun
sonucunda on üç sivilin hayatını kaybetmesi, Kuzey İrlanda’da bardağı taşıran son damla oldu.
Bu olay, Kuzey İrlanda’da Stormont rejiminin meşruiyetini tamamen yok eden bir gelişmeydi.
Başbakan Faulkner’in hükûmeti sorumluluğu reddederek Stormont parlamentosunu askıya
almıştı almasına, fakat Kuzey İrlanda’da uzun yıllar boyunca sönmeyecek bir bombanın fitili
bir kere alevlenmişti. Zaten halk içerisinde destek almaya başlamış olan Provo IRA ve Official
IRA gibi gruplar hiç olmadığı kadar üye kazanıyor, insanlar iç savaş döneminden kalmış olan
tüfeklerini tekrar ortaya çıkartıyordu. Bu olay, elli yıllık Protestan hâkimiyetindeki Birlikçi
yönetimin sonu ve on yıllar sürecek olan doğrudan İngiliz yönetiminin ve devam eden
çatışmaların başlangıcı oldu.